13 Ekim 2010 | Çarşamba

Bu dizinin ömrü bitti

Almanya'dan yara bere içinde dönünce, Bakü'yü 'rehabilitasyon merkezi' olarak görmüştük. Azeri kardeşlerimizin pansumanına fena halde ihtiyacımız vardı. Sözde moral yüklenip, yolumuza devam edecektik. Ama şunu unutmuştuk: "Dost acı söyler"di. Azerbaycanlı dostlarımız, bizim için yapacakları en büyük yardımın, 'yüzümüze ayna tutmak' olduğunu biliyorlardı. Öyle de yaptılar. Aynada gerçekle yüzleştik. Doğrusu hiç de 'yahşi' görünmüyorduk... Ortaya çıkan sonuçta Azerbaycan kalecisi Agayev'in kurtarışlarının da payı vardı. Azeriler kaleciye"kapıcı" derler. Bazı apartman kapıcıları çok serttir. Geleni geçeni sorgu suale tabi tutarlar. Onlardan habersiz apartmanda sinek uçmaz. İşte Agayev de öyle bir kapıcıydı. Ne zaman kapıya yaklaşsak, ensemize şaplak yedik... Maça ürkek başlamamız en büyük hatamızdı. Biz ilk 20 dakikada "Aman ha, bir kazaya gelmeyelim" taktiği uygulayınca, Azerbaycan takımı morallendi, direnç kazandı. Baktılar ki bizde bir numara yok, 'sızma' Ayvalık zeytinyağı gibi defansımızın gerisine gerisine akmaya başladılar. Her kontratakları tehlike yarattı. 9. dakikada Cavadov ilk uyarı atışını yaptı. Karşı karşıya pozisyonda Volkan zamanında çıkıp, topu kornere çelmese, daha terlemeden geriye düşecektik. Sadıgov 17'de, Hamit 18'inci dakikada birer füze çıkardılar. Azeriler'inki az farkla auta çıktı, Hamit'inki direkte patladı. (Bu ikisini Azerbaycan sınırına topçu subayı olarak yerleştirseniz, Ermeniler için bayağı bir caydırıcı olurlar) Söz, bölge coğrafyasından açılmışken, sahanın zemininden de bahsetmek gerekir. Öyle engebeli bir zemin vardı ki maç sanki Dağlık Karabağ'ın kırsalında oynanıyordu. Bu nedenle iki takım arasında bizim lehimize olan "teknik üstünlük" de sıfırlanmış oldu.

'Kapıcı' karşımıza dikildi
26. dakikada Hamit-Semih-Hamit paslaşması ile gelişen pozisyon bir atak değil de sanki üzerinde yıllarca çalışılmış bir mimari proje gibiydi. Ama Hamit'in son vuruşunda karşımıza yine 'kapıcı' dikildi!.. Bu dakikalar iyice morallendiğimiz, Azerbaycan'ın üzerine yüklendiğimiz, gol için umutlandığımız anlardı. 36. dakikada soldan bindirme yapıp, ceza sahasında topla buluşan Gökhan sert şut yerine aşırtma plaseyi tercih edince kaleci Agayev'in yıldızını bir kez daha parlatmış olduk. Bence bu pozisyon, maçın kırılma anıydı. 37. dakikada Selçuk'un yaklaşık 35 metreden ateşlediği füzeye Agayev bir kez daha kalkan oldu ve parmaklarının ucuyla bu imkansız topu kornere çeldi. Ataklarımız artmış, gol umudumuz iyice yükselmişti. Ama rakip kalede beklediğimiz golü kendi "kapımızda" bulduk. 38'inci dakikada Azeriler yüzlerce kez çalıştıkları açıkça belli olan bir korner taktiği uyguladılar. Voleybolda buna "merdiven yapmak" denir. Fileye kaldırılan topa, smaçörler yükselir ama pas geçerler. Geriden gelen sürpriz oyuncu, düşen bloğun üzerinden son ve öldürücü vuruşu yapar. Azeriler de aynen öyle yaptılar. İki "sahte okey" topun üzerinden atladı, üçüncü gerçek okey, ıstakaları devirdi!.. 1-0... Bu arada elmacık kemiği kırık olduğu için özel bir maskeyle sahaya çıkan Servet, bu durumdan son derece rahatsız görünüyordu. Kafa toplarına rahat çıkamadığı için değil, istediği gibi sümküremediği için... Yine de Emre ve Hamit ile beraber takımın "yürekten" oynayan üç oyuncusundan biriydi.

Kapağı açılmış gazoz gibi
Özer' in yerine Nihat'la başladığımız ikinci yarıda da tek kelime ile berbattık. İki maçta 9 gol yiyen Azeri Milli Takımı'nı "rehabilite etmek" için Bakü'deydik sanki... Öyle ürkek, öyle kaygılı, öyle öz güvensiz bir tablo çiziyorduk ki Azeriler belki de futbol tarihlerinin en rahat maçlarını oynadılar. Öyle ki topu ayağına alan, karşısına bir oyuncumuzu alıp, çalımlamak için bekliyordu. 54'üncü dakikadaki pozisyonu izleyenler ise gözlerine inanmakta güçlük çektiler. 3 Azeri oyuncu bizim kale çizgimizin üzerindeydiler. Neyse ki Guliyev'in son vuruşunu Volkan ayağıyla çizgiden çıkarmayı başardı. Hiddink, son çarenin "Ya herru ya merru" olduğuna kanaat getirip, son silahı Sercan'ı da sahaya sürerek, "din gücü iman gayreti" ile saldırmaya başladı. Ama nafile... Kapağı açılmış gazoz gibi havamız kaçmıştı bir kere... Hiddink ne kadar sallarsa sallasın, artık köpürmemiz mümkün değildi... Biz baskılı oyunda fırsatçı "karambol" oyuncuları yerine Nihat ve Sercan gibi deplasmanda kontratak geliştirecek tarzda futbolcuları oyuna sokarak ipimizi iyice çekmiştik zaten... Geriye, rakip teknik direktör Vogts'un ayağımızın altındaki sandalyeyi tekmelemesi kalmıştı. Nitekim 76'ncı dakikada o tekme de geliyordu. Eğer Abişov, Volkan'ın göğsünden sektirdiği topu boş kale yerine auta göndermese, maç o anda bitmiş olacaktı. Hiddink'in en büyük eksiği, bunca zamandır takımda bir "omurga" oluşturamamış olması. Bu takım her maça farklı kadro ile çıkıyor. Birilerinin Hiddink'e "Burası futbol okulu değil, Milli Takım. Çalıştırdıkların da milli futbolcular. Git fantezilerini başka yerde gerçekleştir. Teknik direktörlük kariyerini geliştirmek için kendine başka laboratuvar bul" demesi gerekiyor.

Tek kanatla uçulmaz
Biz, rakip ne kadar mütevazı olursa olsun, onu ilk dakikalarda boğup, nefessiz bırakamıyoruz. Oyunu, maçın hemen başında rakibin üzerine devirecek gücümüz, hırsımız ve inancımız yok. Biz işi ağırdan aldıkça, en iddiasız takım bile karşımızda devleşiyor. Bir başka eksiğimize gelince: Tek kanatla uçulmaz... Sadece Gökhan'ın sağ kanattan yapacağı bindirmelere bel bağlıyoruz. Sol kanadımız hiç çalışmıyor. Böyle olunca da rakip takımın defansının dengesini bozacak varyasyonları yapamıyoruz. Bir diğer yetersizliğimiz, rakip defanstan dönen topları, yani basketbol deyimiyle "ribauntları" toplayamıyoruz. Bugün Almanya, İtalya, İspanya gibi takımların başarısındaki en büyük pay, rakip defans toparlanma fırsatı bulamadan ribaunt toplayıp, hücumda ikinci, üçüncü şansı yaratmaları. Bizim orta saha oyuncularımız bu alanda birer hamle fukarası... Her şeyden önemlisi; bir ekolümüz, sistemimiz yok. Her maçı "spontane" oynuyoruz. Vogts için "Bizim takımın oyununu iyi çalışmış, bizi iyi etüt etmiş" diyorlar. Yahu olmayan sistemin etüdü olur mu? Bizim takımın ne oynadığını, bizim cinayet masasından Behzat Ç. çözerse, bileklerimi keserim! Milli Takım'daki hastalığa bu teşhisleri koyabilmek için ordinaryus profesör olmaya gerek yok. Bu 'kemik erimesini' görmek için ille de MR çekmek gerekmez. Her şey ayan beyan ortada. Ama sanırım ilk operasyonu, Hiddink'in katarakt inen gözlerine yapmak gerekiyor. Aynı zamanda bir televizyon yazarı olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki, reytingi yerlerde sürünen bu 'dizi' yayından kalkar. Hiddink'in yazdığı senaryo artık tıkandı. Bize yeni bir öykü ve yeni oyuncular lazım. Çünkü ben çimlerin üzerinde 'Yaprak Dökümü' izlemekten fena halde sıkıldım...



YAZARIN BUGÜNKÜ DİĞER YAZILARI

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA
Anasayfa Anasayfa Beşiktaş Beşiktaş Fenerbahçe Fenerbahçe Galatasaray Galatasaray Trabzonspor Trabzonspor